29 Nisan 2010 Perşembe

Ne dersin Azizim?

Küçüklüğümden beri okutulan Aziz Nesin'ler, babamın kütüphanesindeki değerli koleksiyonlarından bir tanesi. Cevahir Sahnesi'nde izlediğim Ne dersin Azizim? oyunu Anadolu halkından, demokrasi oyunlarından ve düzenbazlıkları anlatan Aziz Nesin'in yazdığı kısa öykülerden uyarlama.. Oyuncu kadrosu güçlü, mizah duygusu yüksek. Zaten oyun müzikal güldürü. Oyunda kendi kattıkları skeçler de izleyenleri kahkahaya boğdu. Oyunun müzikal yanının olması iyi ancak müzikal doku nedense kelimelerle örtüşememiş.. Açılış "Merhaba"lar ile tam bir Karagöz oyununa giriş gibi, uzun zamandır oyunlarda muhavere görmemiştim, sevindim oyunu güzelleştirdiği için. İlk öykü "Amerika'yı yapan Mimar" eh bunu herkes Hababam Sınıfı'ndan biliyor..
İkincisi "Eski öğrendiklerinizi unutun" - Okullardaki ezbercilik
Üçücüsü "Fi tarihinde bir gazete nasıl kapatıldı" - Ne iş olursa yaparım abicilikten Fırsatçı bir kişiliğe geçen bir gazeteci, tam eski Babıali kafası
Dördüncüsü "Büyük İkramiye" - Büyük İkramiyeyi kazanınca hayatının nasıl yön alacağını yaşayan ancak bunun bir rüya olduğunu gören adam.
Beşincisi " Sultan Palamut ile Ozan" - USA marka modern teknoloji lafı beni benden aldı..
Altıncısı " Keçi kuyruğu ile pusula hikayesi" - Bir Osmanlı paşası ve bir Alman general arasında Batılılık ve bağnaz Doğululuğu oynayan iki karakter.
Yedincisi " Parle vu Fransızca" - Sanırsam en iyi oyunculuklarını bu hikayede sergilediler ve izleyicileri kırıp geçirdiler.. Bu sahne anlatılmaz izlenir.
Sekinzincisi " Belediye Reisi Nasıl Olmalı" - Belediye reisi seçimleri ve halkın hangi propagandalara çok çabuk kanacağı.
Dokuzuncusu " İhtilali Nasıl Yaptık" - Dönülmez akşamın ufkundayız ve bir ihtimal daha var şarkıları ile ortamı şenlendiren 12 Eylül ihtilalini anlatan oyun.
Ve tekerlemeler;
Bu yeryüzü, yeryüzü olalı beri, yeryüzünde kendiliğinden ne varsa, onları satan ülkem: Tütün ve fındık ve palamut ve deri ve barsak ve pamuk ve salyangoz ve insan gücü ve delikanlılarını ve genç kızlarını ve toprağını ve alınterini ve göznurunu ve gözyaşını ve kanını ve iliğini... İsa'dan önceki yirminci yüzyılı satıp, İsa'dan sonraki yirminci yüzyılı satın almakta olan Türkiyem, selam!”

 

WHY?

Bant dergisinin düzenlediği sondan 1 önceki konser "why?" salı günü İndigo'da dinleyenleri mest etti. F. İngiltere'den bir arkının süper sahne performanslarını söylediğinden de merak içinde gittik. Hava Nisan ayının sonuna göre buz gibi, dışarıda içerken donma tehlikesiyle karşı karşıya kaldık dört kız. Ayrıca bütün sokak We grubuna ait olduğundan içme yerleri de kısıtlanmış, sokaklar bile insanlardan alınıp işletmelerin eline verilmiş..!! Efendim Efes içenleri sol tarafa alalım, ahaha.. Neyse Hünkar'dan sonra önce grubun solistinin kardeşi çaldı, çok şirin ve eğlenceli konuşmalardan sonra işte WHY?.... son albümleri "Eskimo Snow" dan da olmak üzere en sevdiğim şarkıları "the Hollows" ile bitirdiler.. Jonathan Wolf'un eğlenceli karate hareketleri, dansları, söylediği şakalar ile gecemiz pek bir renklendi.Hip hop tınılarıyla şarkı sözlerini dinlerken eğlendiğim ender gruplardan... İyiki geldiniz... ^^

http://whywithaquestionmark.com/

16 Nisan 2010 Cuma

Some Explicit Polaroids

Shopping Fucking'den sonra bu yıl izlediğim ikinci Mark Ravenhill oyunu, sanırsam gittikçe Ravenhill oyunlarına aşık oluyorum. Çarpıcı ve hayatından kesitler sunan oyunları insanı derinden yaralıyor. İstanbulImpro sahnesinde oynayan "Açık Saçık Birkaç Polaroid", Mark Ravenhill'in kaleminden ustaca yorumlanmış.
Oyun çok iyiydi ancak, DOT'ta izlediğim Shopping Fucking kadar iyi değlidi. Oyuna girmek biraz zaman alıyor, ayrıca sanki biraz yavaş işlenmiş bir oyundu ve de Jonathan'ı oynayan biraz donuktu sanki....

Victor      :  “Dünyanın herhangi bir yerinde olabilirsin. Dünya o kadar büyük değil biliyor musun? Aynı müzik var, aynı hamburgerler, aynı insanlar. Dünyanın her yerinde. Sürekli hareket edebilirsin ve yine de aynı yerde olabilirsin.”
Nick         “Ben artık durmak istiyorum. Dünyayı siktir et. Sevdiğim birine bakmak istiyorum. Bir yuva istiyorum.”
Victor        “Ne ki yuva? Artık hiçbir şey sabit değil. ‘Burası yuva’ diyemezsin.” 

Bu aralar neden bahsetsem oluyorya, akşamına gittiğim "Birfilm" in Ghetto'daki partisinde DOT' un oyuncularıyla tanışmam ironik oldu... Dün peşpeşe Ghetto'da ve Cezayir'de yapılan film partilerine ithafen çok eğlendiğimi belirtmek istiyorum.. ^^

Antiochia

Metrodan çıktık, asmalıya daldık. Nerede yesek derken hep önünden geçtiğim hatta ilk açıldığında uğradığım ama içki ruhsatı daha olmadığından yiyemediğim Antiochia'yı önerdim Aylin'e. Farklı tatlar denemek istediğindende hemen kabul gördü. Küçücük ufacık bir yer ancak dışarıda oturmak asmalının kalabalığından kurtulmak için oturulacak ender yerlerden. Bütün malzemelerinin Antakya'dan geldiği tadında da belli oluyor. Mezelerden Humus ve Abugannuş aldık, ortaya gelen üzeri pul biberli kıtır ekmekler yeni çıkmıştı fırından. Sonrasında ise içli köfte ve dürüm. Mutluluğumuza ve damak tadımıza diyecek yok. 

15 Nisan 2010 Perşembe

EMEK sinemasını Yaşatalım

Film festivali açılışı, girişte Serra Yılmaz ile aynı anda kırmızı halıdan geçtiğimizi farketmemiz nedeniyle aniden patlayan flaşlardan kaçış. İçeride eskisi gibi kokteyl havasının olmaması ancak bütün kültür haberlerini sunan basın yayın kuruluşlarının bulunması. Yıllardır verilen ödülün bundan sonra Şakir Eczacıbaşı anısına verilişi, sinema onur ödülleri Kadir İnanır, Mevlüt Koçak ve Feyzi Tuna'ya verilirken Fatma Girik'in ödül verilenler arasında hiç bir kadının olmayışına hayıflanışı. Aramızdan ayrılanların anılışı ve hüzünleniş. Ama en önemli olay Bülent Eczacıbaşı sahnede konuşurken. balkon tarafından protestoların başlamasıydı. Bir sonraki konuşma ise Kültür ve Turizim Bakanı tarafından yapılırken de kesildi yine protestolarla. Protestocular haklı, bakan tabii ki haksız..!!Protestoculara alkışlar ile salondaki bütün seyirciler tarafından da destek geldi. Evet Emek Sinemasını yıkmaya çalışıyorlar. Hatta dün bununla ilgili IKSV'de toplantı bile düzenlendi. Neymiş efendim Cercle d'Orient muhafaza edilecekmiş ama sadece dış cephesi ve Emek Sineması da taşıtılacakmış..!! Mimar konuşurken bence kendi söylediklerine bile inanmıyordu. Mme Tussauds müzesi ahaha ben bile gülüyorum.. IKSV önceleri sessiz kalmakla suçlandı, ama pazar günü festivalin son gününde saat 17:00 de Tramvay durağında bir eylem düzenlenecek..Halkın vergileriyle ayakta duran bir yerin halka sorulmadan farklı bir konsept ile belediye tarafından yenilenme yapılandırması çalışmaları hiç akla kar değil. Yanındaki bina zaten alışveriş merkezi yapılıyor, ki o da tarihi değeri yüksek bir binaydı. Bütün alt kültürleri yıkmak isteyenler, her yeri elegeçirdiniz zaten Taksim'de bari bir kaç yeri olduğu gibi bırakın!!.

Resim, çok sevdiğimiz Cem Dinlenmiş'in kaleminden..

2012 olympics Kodak Brownie


James Coleman, muhteşem bir fikir ile Kodak Brownie'leri 2012 Londra Olimpiyatlarına uyarlamış bence çok şeker ve şirinler ^^






































Gainsbourg

Film festivalinde izlediğim en iyi filmlerden birisiydi galiba, Gainsbourg (Vie heroique)..Sanırsam francophone okullarda okuduğumdan ve sürekli fonda çalan Edith Piaf ve Gainsbourg şarkılarıyla yetiştiğimizden.. Eric Elmosnino, Gainsbourg karakteri ile özdeşleşmişken, çizgi roman yazarı Joann Sfar'ın ise ilk filmi.
Asıl adı Lucien daha küçük bir çocuk ama büyük bir özgüven ve farklı hayal dünyası ile büyümüşde küçülmüş bir ufaklık.Filmi izlerken sürekli mırıldandığım şarkılar ve animasyon ile renklenen hayal dünyasına kendimi kaptırışım. Bu arada hep Kadıköy'deyken Rexx sinemasında yapılan Film festivali bu sene Kadıköy sinemasına alınmış, ama yeni salonunu çok sevdim diyebilirim.. Daha geniş ve daha yüksek, eskisinden çok çok daha farklı.
Filmde, Baby Pop, Bonnie & Clyde,  Je t'aime moi non plus, Nazi Rock ... gibi daha bir çok şarkı yer alırken çoğunun Eric Elmosnino'nun kendi sesi olması Gainsbourg'a çok benzemesinin yanı sıra sesinin de yer tutması casting'in yerinde bir seçim yaptığını gösterdi. Filmde bir sürü sigara sahnesinin olması yanında sigara getirmeyen Ece'nin film çıkışı direk eve gidip tüttürmesine sebep oldu.....
Ama Couleur Cafe'yi  de söylemek isterdim.. ^^
P.S Bir de Jane Birkin, Babylon'a konsere geldiğinde orchestrasının rehberliğini yapmıştım. Birkin'i ise her geldiğinde alan Hazal..